Erkeklerin evlendikten bir süre sonra eşlerine karşı cinsel istek duymamaya başlaması son derece sık rastlanılan bir cinsel işlev bozukluğudur. Bir süre sonra durum kadın tarafından farkedilerek çoğu kez de yanlış yorumlanır. Zamanla çiftler arasında önemli bir çatışma kaynağına dönüşmesi elbette kaçınılmaz olur. Peki bir erkek hiçbir sağlık sorunu olmamasına karşın eşine karşı neden cinsel çekim duymaz hatta bunun yerine sadece mastürbasyonla yetinir. Bu durumun son derece karmaşık bir alt yapısı olabilmektedir.
Bildiğimiz gibi evlilik kendine ait kuralları olan resmi bir kurumdur. Hem toplum hem devlet tarafından varlığı onaylanmış ve kanunlarla da içeriği tanımlanmıştır. Psikolojik açıdan da kişi için rekabetin olmadığı güvenli bir bölge anlamına gelir. O zamana kadar pek çok konu için mücadele edilmiş, alt edilemeyen bazıları ise bastırılmıştır. İşte bu güvenli alan ya da liman da iç dünyamıza dair bastırılmış duygular bir anda zincirlerini kırmaya ve gün yüzüne çıkmaya başlar. Evlendikten sonra pek çok insanın kişilik değiştirmesinin nedeni de büyük olasılıkla budur. Çözümleyeyip bastırdığımız problemler hatta ailelerimizin bazı problemleri çözüm için tekrar kapımızı çalmaya başlar. Bir anda koca babanın yerini kadın da annenin yerini alır. Geçmiş çatışmalar bu kez farklı bir tiyatro sahnesinde yeniden sahnelenir. Böyle bir sahnede şehvetin aldığı rol gün gün azalır ve silinir. Örneğin annesi ile ikircikli ilişkiler yaşamış, sevilmemiş, korunmamış veya tam bakılmamış bir erkek evlendiği zaman eşine yakınlaşma konusunda da kendini yetersiz hissedecektir. Ya da annesi ile çok yakın olmuş bir türlü annesinden koparak babasına yakınlaşamamış annesine aşırı bağımlı bir erkeğin eşini cinsel partner olarak kabullenmesi de oldukça güçtür. Tüm bunlar bizim bilinçaltımızın çocukluk çapından gelen çatışmalarıdır ve etkileri evlendikten sonra gün yüzüne çıkmaktadır.
Yine psikojenik açıdan cinsellik başka bir cins ile yakın olmak bir olmak demektir. Kişi cinsellik ya da seks istemiyorsa öteki ile yakın olmaktan çok korkuyor demektir. Peki bu yakın kalma, yakınlaşma korkusunun altında yatan nedir? Kadın ve onun temsil ettiği vajina'nın bir erkek için anlamı nedir? Erkek olmanın o erkek için anlamı nedir? Bir erkeğin her zaman belirttiğimiz gibi en önemli yaşam çağı 2-6 yaş aralığıdır. Tüm cinsel kimlik bu yaşlarda şekillenir. Anneden kopuş baba ile rekabet ve baba rehberliğinde erkek dünyasına adım atış bu yaşlarda yaşanılan fırtınalı bir yaşam döngüsüdür. Hepimiz o döneme ait çözemediğimiz kafamızda tam oturtamadığı konulardan dolayı bazı korkular yaşıyor olabiliriz. Bu içgüdüsel korkular (ödipal karmaşa-kastrasyon korkusu) bazı erkeklerde çok derin yaşanır ve kişiye bir bedel (otokastrasyon) ödetir. En büyük bedel ise kuşkusuz cinsel işlev bozukluğudur. Bu durum bazen isteksizlik bazen ereksiyon bazen de boşalma sorunu olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Psikolojide "Madonna Fahişe Sendromu" denilen bir olay pek çok evde maalesef ki yaşanır. Erkek kişi evlendikten sonra özellikle de çocuklar dünyaya geldikten sonra karısını kutsal saydığı annesinin yerine koyar. Madonna kutsallıktır, fahişelik de seksi temsil eder ve kirlidir. Erkeğin eşine karşı tavır aşırı şefkatli kutsayıcı değerleştirici hale gelirse doğal olarak seksi de eşinden soyutlar. Çünkü seks şehvetle yapılan bir olaydır ve şefkatın yeri pek yoktur. Madonna fahişe sendromu yaşayan bir erkek eşini çok sever ona çok da bağlıdır. Ama cinsel olarak ona karşı birşey hissetmez. Çünkü onun gözünde o artık kutsaldır, annedir, eştir. Sevgi+şehvet birlikteliği sevgi+şevkatle yer değiştirmiştir. Kuşkusuz bu durum hiç de sağlıklı değildir. Erkek tatmini mastürbasyon ya da paralı sekslerle tamamlayama çalışır. Eşler arasında sadakatsizlik srorunları başgösterir. Evliliğin temel direği olan seks ortadan kalkınca o evliliği ayakta tutmakta oldukça güç olacaktır. İdeali her erkeğin yatkın olduğu bu sendroma hiç yakalanmamasını sağlamaktır.
Bazı şeyler de aslında bizim bir tercihimiz olmaktadır. Şöyle ki her evlilikte şehvetin gücü zamanla azalmaya başlar. Bu belki kaçınılmazdır ama bunu kritik seviyelerin üzerinde tutmaya çalışmak ve çok düşmesine engel olmak da bizim elimizdedir. Eşlerin birbirlerinin beklentilerine karşı içtenlikli kabulleri ve bu konudaki çabaları, cinsel rollerimizi kaybetmeden yaşayacağımız ortak bir yaşam, yaşantımızı erotize etmek ya da etmemek tamamen bizim tercihimizdir. Unutmamak gerekir ki seksi yaptıkça yapmak isterseniz, seksi yapmazsanız bir süre sonra ihtiyaç listenizden de çıkacaktır. Evlilik süreki bir çaba, emek gerektirir ve yan gelip yatma yeri hiç değilir.Gün boyu zaman zaman cinsel fantaziler kurmak ve sonu sekse varmayan dokunuşlar evliliğin aşısı gibidir ve kişiyi isteksizlik hastalığa karşı korumaktadır.
Hepimizde libido adını verdiğimiz bir yaşam enerjisi vardır ve bu enerjiyi bir yerlerde harcarız. Genel sağlık ve mutluluk için bu enerjinin dengeli bir biçimde harcanması çok önemlidir. Sadece işe,mesleğe,dine..vs odaklanmak kişiyi bir alanda başarılı kılabilir ama asla mutlu yapmayacaktır. Kişinin libidosunun bir kısmını da cinselliğe yatırması dengeli bir ilişki için şarttır. Eğer kişi cinselliğe zaman ayıramayacak kadar çok çalışıyorsa elbette cinsel isteği de azalacaktır. Buna kuşku yok. Ama bazen çok çalışmak da cinsellikten kaçınmanın kolay bir yoludur. Ve bu noktaları birbirinden ayırmak gerekir.
Erkeklerde görülen cinsel isteksiliğin tedavisi öncelikle nedene yöneliktir. Sonrasında cinsel terapi ile ilişkisel, duygusal ve davranışsal aşamalarla kaybedilen libidonun yeniden kazandırılması amaçlanır. Bu bazen aylar alan bir süreçtir ama eşlerin ortak sorumluluğu ve motivasyonu ile sonuç çoğu kez yüz güldürücüdür.
KAYNAK: En İyi Terapistim Ben-Cem Keçe- 2013